Author: mazlum

Ne İstersin Geçmişten? (Münevver Yıldız)

NE İSTERSİN GEÇMİŞTEN ?

Bazen kabarır yüreğin denizin dalgaları gibi. Önüne çıkan ağır, büyük, ince, narin ne varsa sürükler beraberinde; sonra durmak, dinlenmek ister yüreğin nedense ama sadece ister; önüne geçemezsin seni oraya sürükleyen güçlü dalgaların, o kallavi kuvvetin… “Git, dur karşısında, göğüs ger nefesin yettiğince…” dersin. Boğazına sular -belki de lağım suları- dolacak, köpükler -belki de köpüren baloncuklar- senin nefesinin yerine geçecek, yükselip havaya karışacak, gökyüzüne ağacak, gittikçe küçülerek uçuşan baloncuklar meydana getirecek ve belki de senin yerine kaybolup gidecek….
Bugün yine kalkmış “Nerden nereye… Ne istersin geçmişten?” deyip duruyorsun. “Artık bırak gitsin gidecek olanı, kalacak olan yerinde kalsın… Zaten lazım değil hiçbir şey sana…” cümleleri uçuşuyor beyninde. Zaman zaman düşündükçe aklını alacak gibi oluyor yaşadıkların… Çoktan intikamın alındı oysa alınması gerekenden, fazlasıyla hem de. Senin haberin olmadan beddua veya dua manevi gücü araya koymadan, yeltenmeden oluvermişti işte her şey. Belki de zamanında kalbinin yapıştırılacak parçası kalmamışken, acısını iliklerine kadar yaşayarak beklenti içine girmeden, sabırla bakarak, hayıflanarak, düşünerek çok uzaklarda olduğunu hayal ederek ama umudunu taze tutarak nefretinin sebeplerini anlamaya çalıştın. “Ne yaptım da bu kadar nefret, bu denli öfke kustum? dersin. “Hala o bakan bakışlar…” diye düşünürsün; şimdi gibi, dün gibi ve ötesi gibi… Değil yazarken, düşünürken bile klasik değimle dün ve bugün gülümsedin; bir de arkasından “Hıh!” demişsin acı gülümsemenle beraber, sonradan farkına varıyorsun kendi kendinle olduğunun.…

Sen de başka birinin biricik, nadide çocuğuydun; kızıydın gözünden bile sakındığı… Senin kızına duyduğun sonradan sende gelişen belki de o yapmacık sevginin milyarlarca katı samimi, içten sevginin temsilcisiydin ki öylece baktın kızına.

İlk bakışta binlerce insanın bir arada olmaya çalıştığı koridorlar, merdivenler, salonlar tıkış tıkış, hınca hınç… Sürekli bir koşuşturma eşliğinde panik hali… Bir de o kadar gülen heyecanlı gözler vardı. Merdivenden kimi inerken kimi de çıkarken bir çift göz ve yüz yüze tesadüfen bakakalan, yakınlaşan, birbirini çok önceden tanıyan iki kişinin selam hatır sormasıyla gözlerin birden yanındaki küçük kıza takıldı; biraz ürkek, sakin, merak içinde heyecanla sadece bakınarak, babasının elini sıkıca tutup tüm kaygılarını gizleyerek sanki gücünü oradan alıyormuş gibi hareket etti.

Geceden hazırlık yapılırdı, çok uzak yol değildi ama gidiş geliş aynı gün olmalıydı. Amaç belli, program vs. belli… Ürkek bakışlı kızı derin bakışlarınla hapsederek sevmeye çalışmıştın. Zaman ne çok hızlı akıp geçti değerini bilmeden, belli ki hızlı, manasız geçmesini istedin ya da öyle davrandın. “Kader mi?” denir bilemezsin. Hep kesişti yollar; gün geldi toplumun gelenek ve görenekleri, belki de kaderdi sizi bir aya getiren. Evet zaman bir şeylere takılmadan hızlı akıp geçti, bir daha da görmedin uzun bir süre küçük ürkek kızı.

Sabah erken uyandınız, sabah dediğin saat 3’tü hazırlandınız, kızın babası ve uzaktan bir akrabası ile üç kişi yola çıktınız. Asıl konunun özü burada başlıyor, çok uzun bir yol değildi altı veya yedi saat sürüyordu, normal koşullarda iki saatti. Yolun çok daracık olması tek yön yol çalışması, girintili çıkıntılı vs. başını kaldırıp yukarıya bakmaya cesaret isterdi; bakardın ama anında kalbin tepki verirdi, sesini duyuyordun. Çok yüksek kayalıklar düştü düşecek… Her renkten büyük kocaman kayalar sanki tepede emanet gibi durmuş, her bir parçası çarptığı yeri parçalayacak hatta imha edecek kadar iri kayalar… Ötesini ne düşünmek ne de dillendirmek istiyordun, kafanı jet hızıyla çevirip önüne bakıyordun. Bazen gayriihtiyari daracık yolun kenarından uçurumun yüksekliğinden aşağıyı, belli bir kısmını görebiliyordun, gerisi yok denecek kadar küçücük ve silikti, istemsiz gözlerin fal taşı gibi açılıyor, aslında gördüklerin beynini hemen sanki savaş çıkmış gibi uyarıyor, hayalindeki, düşüncendeki o kareler yüzüne, mimiklerine ve gözüne yansıyordu. Oradan aşağıya uçmak da vardı ki iki defa daha önce aynı yolda kaza yapmıştın. Şans mı kader mi artık ne denirse… Tüm bunlar yetmiyormuş gibi yolun keskin virajları midende olanı da barındırmıyor, yolunu buldurup çıkartıyordu, bunu tahmin ederek geceden yemek yemeden önlemini almıştın kendince.

İki kişi, ikisi de erkek, sana yabancı gelen kültürleriyle her hallerine, en önemlisi anlayış ve bakışlarına yansıyarak sana gereken ne varsa konuşmadan sessizce anlatarak, ikisi beraber görüşmeye gittiler, çıktıktan sonra da sen gidecektin, yapılması gerekenleri not alacaktın. Olumlu geçti senin açından, çekişmeli, tartışmalıydı ama sonuç iyiydi.
Eee… artık bir yemek yemeği hak ettiğini, sessizce kendini ödüllendirip anlatıyordun ki dışarı çıkmanla baktın kimse yok; aradın telefonla “Yakınız, geliyoruz.” dedi. Sen de bekledin gelmelerini.

Öğlen sonrası olmuştu artık, geceden kalma açlığını gidermek için zaman gelip çatmıştı, nasılsa işiniz de bitmişti. “Yemeğe gidelim mi?” sorunun karşılığında “Biz yemek yemekten geliyoruz, yola çıkalım geç olmasın, sen de yolda uygun bir yer bulursan yersin…” cevabını alırsın hemen. Aslında sorun sen değildin, sorun kadın olarak onların gözünde, bakışında, geleneğinde, kültüründe o lanetli anlayışında… Zaten insan değildin, çünkü erkek değildin. Sen kadındın, oturduğu yerden ne dediği anlaşılmadan başını yarım kaldırarak öyle bir baktı ki sana, sanki dersin çocuğunu kaçırdın, parçaladın, evini ateşe verdin, bağını bahçesini talan ettin, elinde değerli ne varsa yok ettin. O da kendince sana karşı elinden gelen ve tek şey olan açlıkla terbiye etmek, bu yolla baskılamak ister. Seni, güçsüz bırakacak, tesirine alacak… Bunlar çoktan aştığın şeylerdi oysa. Öylece yolculuğunuzu bitirdiniz. Sen bunun kinini hep kendinde saklı tutarak zaman zaman karşılaşmalarınızda ona hata ve yanlışını yansıttın; anlayabildiyse tabiî…
Ürkek küçük kız büyümüştü, kendi tercihini bu yaşamda yapmasına yapmıştı ama hiç hesapta olmayan bir durum gelişti. Bazen insanın ve kendisinin adının var olması belli acılar ve bedeller üzerinden oluşur, ürkek küçük kız bunu yapmaya çalışırken çok uzun günler aç kalarak, yaşamaya tutunarak adını duyurmaya çalıştı, elinden bir şey gelmeden kızını sadece izleyerek, üzülerek çaresizce açlığını gidermeye onu doyurmaya bile gücü yoktu, olamazdı sadece izleyerek bekledi günlerce babası olacak erkeği, o insanı…
Oysa ki bilmiyordun ve beklemiyordun güneş gibi doğup parlayarak etrafa sıcaklığını vereceğini. Yaşamında tekrar var oldu, zaman ve evren intikamını almıştı.